10 Kasım 2013 Pazar

Konuşamayışın Şiiri

Unutmayı hatırlamak için
Konuşmayı denedi bir gün
Bir baktı ki içi susmuş
Unutamadı

Nefret etmeyi sevmek için
Avcı kuşları izledi
Avcıların güzelliğine dalmış birden
Sevdi sadece

Bir kere de pişman olmayı denedi
Güvendi, yenildi, ağladı, aldatıldı
Öncesinde gülümsediğini hatırladı sonra
Pişman olamadığı için tekrar gülümsedi

İnsanların susamayışına üzüldü ama aslında konuşamayışına
Sonra bir müzik açtı ve bir kadeh doldurdu
Sustular sonra karşılıklı
Konuşamayacak kadar sustular

Yalanlar aklına düştü bir gün
Sonra kimlere yalan söylediğini düşündü
Ve iyi bir insan olmak için o insanlardan vazgeçmeye karar verdi
Yalanlarından vazgeçmek niyetine

Sonra bir gün, büyüyünce, bir yola çıktı
Yol bitmedi
O yol kenarında gözüne batan ışıklara bakıp gülümsedi
Çok gülümsedi, ama yol bitmedi

Merak edenler oluyordu nasıl böyle umarsız olduğunu
İşte o hep susup gülümsemeye karar vermişti

20 Ekim 2013 Pazar

İstanbul'un Işıkları

Gökten dolunay yağıyordu efkarla İstanbul'a bakanların üzerine
Sonra ay durdu
Boğaz durdu
Işıklar durdu
Hep gece kaldı İstanbul

İnsanlar durmadı
İstanbul'a bakan insanlar
Efkarla
En yakın aşklarını düşündüler ve İstanbul'u
Ve yanıp duran ışıkları düşündüler

Düşündüler ki gece hep sürsün
Hani karanlık diye değil de, ay ışığından
Bir de İstanbul'u yenmeye çalışan birkaç yıldızdan
Düşündüler ki görmek zorunda kalmasınlar üç yüzü olanları
İstanbul'un insanlarını

20 Ağustos 2013 Salı

Sona Yaklaşırken: Kralı Selamlayın – Çıkışları ve Çıkışlarıyla Breaking Bad


Bazı diziler harika, tamam. Ama her dizi, kendi içinde farklı harikalık seviyelerine sahip olur sezonları boyunca. İniş çıkışlar yaşar, karakterlerin hayatlarındaki çatışmalarla ve bunların çözülmeleriyle alakalı olarak dizinin verdiği tat sürekli değişir. Ama bir dizi var ki, sahip olduğu yüzlerce çatışmaya ve karakterlerdeki onca değişime rağmen ivmesinden hiçbir şey kaybetmiyor. 5 sezon boyunca Breaking Bad, Walter White’ın krallığının seviyesiyle paralel olarak, kalitesini her zaman artırdı, hikâyesine her zaman yeni bir şeyler katmayı başardı.

Yazının kalanı dizinin 5. sezon 10. bölümüne kadar olan kısmına ait önbilgi içeriyor. Zira özellikle son sezonda olanlardan konuşmamak elde değil.

5. sezonun ikinci yarısını, son 8 bölümünü 2013 yazına saklamıştı Breaking Bad. 4. sezonun finalindeki muhteşem patlama sahnesi yetmezmiş gibi, 5. sezonun 8. bölüm finalinde televizyon tarihinde kendine önemli bir yer edinebilecek bir oyunculuk performansına şahit olduk (aşağıda). Serinin 11 Ağustos’ta başlayan son parçası da, hikâyedeki krizin de sertleşmesiyle birlikte muhteşem sahnelerle baş başa bırakıyor bizleri.



Finale yaklaşırken, tüm karakterlerin hikâyesinin yavaş yavaş sona gelişine tanık oluyoruz. Zamanında yalnız tedarikçi olarak izlediğimiz Lydia (Laura Fraser), şimdi uyuşturucu işini elinde toparlamaya çalışıyor. Kendinden önceki patronları göz önünde bulundurursak ne kadar şansı olduğu tartışılır, ancak hikâyenin gidişatında merak uyandırıcı bir role büründüğü kesin. Walter bir şekilde ikna olup metamfetamin pişirmeye dönecek mi, Todd’un onun yerini almasına nasıl tepki verecek, Lydia’nın önünü kesmeye çalışacak mı; bunları bekleyip göreceğiz. Çok da önemli noktalar değil  aslında bunlar, çünkü hikâye öyle bir yere geldi ki, uyuşturucu ağının başına kimin geçeceği şu anda problemlerimizin en küçüğü.

Jesse cephesinde, belki sıkılarak belki üzülerek izlediğimiz üzere, bir bunalım hakim. Ağır bir bunalım hem de… Son yarının ilk bölümünün adından da aşikâr bu durum (Blood Money – Kanlı Para) ve Jesse gün geçtikçe Walter’la yaşadığı kirli geçmişin içine gömülerek içinden çıkılmaz bir psikolojiye sürükleniyor. Jesse’nin bu durumdan kurtulup da –eğer böyle bir ihtimal varsa- görece mutlu bir hayat sürebilmesi için Walter’ın duruma müdahil olması gerektiği kesin. Walter’sa kendi başındaki beladan kurtulup da Jesse ile ilgilenmeye vakit bulacak mı hiç belli değil. Kim bilir, belki de iyi dostumuz Saul Goodman’ın büyük faydalarını görürüz Jesse’nin kendine gelmesi konusunda.Bu sırada Jesse’nin binlerce, belki de milyonlarca doları ortalığa saçmasına sessiz kalıp Walter’a odaklanalım.



Hikâyenin Walter tarafı hiç bu kadar zirvede olmamıştı sanırım. Walter’ın aklında her zaman ailesi vardı, Skyler’la sık sık çatışmalar yaşıyordu ve Hank’le ilişkisinde her zaman tedbirliydi; ancak derdi her zaman başkalarıylaydı ve ailesini hiçbir zaman bu denli karşısına almamıştı. Ta ki Hank Heisenberg’ün kim olduğunu öğrenip de suratına o onulmaz ifadeyi takınana kadar…

Bundan 5 sene önce yaratıcı Vince Gilligan, Dean Norris’i Hank rolüne seçerken dizi için verebileceği en doğru kararı vermiş olabilir. Breaking Bad’in etkileyici onlarca yönü var, ağzı açık bırakan yüzlerce sahnesi var, her karesi birbirinden gerçekçi ve çarpıcı. Ama hiçbiri ezeli düşmanına baktığını bilerek Walt’ın gözünün içine içine bakan Hank kadar değil. Skyler’ın doğru tepkileri ve Marie’nin haklı ama yeterli etkileyiciliği yakalayamayan öfkesi bir yana, Dean Norris kesinlikle bu sezonun zirvesinde yer alıyor ve var olduğu her sahneyi başından sonuna kadar parlatmayı başarıyor. 10. bölümün sonunda bizleri belki de en çok düşündürense, tüm bu öfkesine rağmen mantıklı adımlar atan Hank’in Walt’la ilgili bir kanıt bulup bulamayacağı.

10. bölüm olan “Buried”in sonunda ise, Hank’in Jesse ile görüşmeye girişini nefesimiz kesilerek bekledik. Bu görüşmenin hayli ilginç olacağı kesin ve Aaron Paul’un o odada sergileyeceği performans iple çekilesi. Zira Jesse, Hank’in konuyla ilgili ailesinden olmayan biriyle yüzleşmek durumunda kalacağı ilk isim ve Jesse’nin Walt’a içten içe ne kadar değer verdiğini hepimiz biliyoruz.

Dizinin kalanında her ne olursa olsun, öyle olması gerektiği için olacağını biliyoruz. Kişisel olarak insanların tepkilerini başka hiçbir dizide bu kadar realist bulmamıştım. Hani bir his vardır ya, ne oluyorsa senarist istediği için oluyor diye düşünürüz bazen. Breaking Bad’de hiç de öyle değil. Breaking Bad gerçek hayattan bir kesit adeta ve umuyorum ki kral, belki de hayatının sonuna gelirken, her zaman yaptığı gibi tüm bu çatışmalardan zekice sıyrılır.

Melike Softa

5 Mayıs 2013 Pazar

Bir Aceminin Lafları

Bir insan neden ağlar?
Çok bilmiyorum.
Ben şu anda sinirden ağlıyorum
Aslında üzüntüyle karışık bir sinir
İnsanın kardeşinin dünyayı umursamamasıyla alakalı bir şeyler

Neden güler peki insan?
Mutluluktan mı?
Mutluluktan pek tabii ağlayabilirim de ben
İnsan onunla birlikte kardeşi de mutlu olsun diye güler herhalde

Bir de sevmek var
Ah, sevmek
Sebebini çözebileceğime emin değilim
Yalnızca acemice tanımlayabilirim belki
Sevmek insanın kardeşiyle birlikte var olmak istemesidir diye

Yine de, bazen, siz tüm bu duygularınızla varken,
Sadece bazen, kardeşiniz sizi yok sayar.

2 Mayıs 2013 Perşembe

Saat Kulesi

Son zamanlarda rüyalarım korkutuyor beni;
Hâlbuki o kadar da tıkırında hayatım,
Her akşam yıldızlara bakıp çay içebiliyorum, ama her akşam.
Sislerin içinde kaybolan saat kulesine de çarpıyor arada gözüm.

Bazen sevdiklerimi özlüyorum, ondan belki
Müzik dinleyince kısa bir geçiyor ama
Özlüyor insan işte
Yıldızlarda onları da göremiyorum bugünlerde

İnsanın kendine yeni bir hayat kurması gerek galiba bazen
Birlikte müzik dinleyeceği ve şiirlerini okuyacağı insanların değişmesi
İnsanın birlikte kahkaha atacağı insanların değişmesi gerek
Gün ağarırken sessizce yan yana oturacağı insanların değişmesi

Var, yenilikte de güzel insanlar var da
Evet, o sessizlik yeni insanlarla da garip gelmiyor ama
Özlüyor insan işte
Gün ağarırken onları duyamıyorum diye belki

Rüyalarım korkutuyor beni son zamanlarda;
Farkında olduğumdan değil, rüyalarını seçmez ki insan
Ama sanki sevdiklerimin gökyüzüyle benimki biraz uzak
Gözümüzü dikip birbirimizi düşündüğümüz ufuk biraz uzak kalmış birbirinden

Yeni müziklerde güzel insanları bulup
Eskilerini dinleyeceğim günleri iple çekmeli
Müzik değişmiyor belki ama
Değişiyor da aslında

İnsanın kendine yeni bir hayat kurması gerek galiba bazen
Ama işte özlüyor insan

25 Nisan 2013 Perşembe

Gökkuşağı

Ne olursa olsun hikayeniz
Sizsiniz beni benden alan
Neler yaşadığınızın hiçbir önemi yok
Kim olduğunuzdur umrumda olan

Gülümsemenizdir beni gülümseten
Hayal kırıklığı yaratabilirsiniz belki
Yapabilirsiniz en büyük kötülükleri
Ama ben yine de özlerim sevdiysem sizi

Hikayemi sil baştan yazarım
Sırf sizi yardımcı rollere koyayım diye
Neye yarar ki kurgusu muhteşem bir öykü
Onu taşıyacak, onu yaşayacak karakterler olmadı mı

Mutluluğunuz mutluluğumdur, üzüntünüz üzüntüm
Ancak hepsi geçer bunların,
Ne mutlu kalırız sonsuza kadar
Ne de ağlarız hikayelerimizin mutsuz sonlarına

Beni mutlu eden varlığınızdır esas,
Hayatımda olmanızdır, sevmeniz beni
Benim de sizin hayatınızda olmamı istemeniz
Beni tanımıyorsanız da kendiniz olmanız, kim ne derse desin

Gökyüzündeki yıldızlara bakarım bazen
Yerdeki ıslak çimlere yatıp yıldızları sayarım
Ay ışığı söndürür bazen onları, olsun
Yıldızlarda tek tek sayarım sizi

Bazen gökkuşağı olup yanınızda açarım
Belki mutsuzluğunuza renk olurum diye
Bazense gökkuşağından önceki yağmur olurum
Yine de sığınmazsınız saçaklara benden kaçıp

Şarap şişesine mantar olurum bazen
Şarabın içindeki sohbet olup dilinize dolanırım
Bazense rakının suskunluğu olurum
Ve arkasında çalan müzik

17 Nisan 2013 Çarşamba

Pembe

Mızıka çalmak isterdim
Denizin derinliklerinde denizatlarını kovalamak
Uçmak isterdim etrafımda hiçbir şey olmadan
Altımdan kayıp giden şehirleri izleyerek
Tüm hayatları öğrenmek isterdim
İzlemek isterdim herkesi
Bazılarına hayran olarak ve çoğunu anlamlandıramayarak

Susmak isterdim
Yalnız arkamda bir piyano çalsın veya bir keman
Başka her şey sussun
Ben de susayım
Sonra geçmişi düşüneyim
Biraz da geleceği
Bu arada da önümde balıklar zıplasın
Yakınlarda onlara uzanan bir ağ olmadan
Uzakta güneş parlasın
Ama böyle yeni doğarken,
Gökyüzünü turuncuya ve pembeye boyuyor olsun güneş
Altımda toprak olsun veya kum, fark etmez
Yalnız beton olmasın
Beton soğuktur, hem de gri
Beton güneşle kırmızıya boyanmaz

Şehir uzakta olsun
Ve ben güneşin pembeliğinde boğulayım.

25 Mart 2013 Pazartesi

Yıldız

Kimileri arkadaş der
Ama öyle boyu posu sana benzemek zorunda değil
7 yaşındakinden de olur arkadaş
70 yaşındakinden de
İçinde fırtınalar koparken sesini duyduğunda
Veya sadece aklına getirdiğinde
Gülümsetsin,
Yeter.

Daha güzeli de ne bilir misiniz
Yalnız boyu posu değil, aklı da benzemesin
Ortak hiçbir yanın olmasın hatta
Ne aynı filmi izlemiş olsun seninle
Ne de tadını çıkarmış olsun aynı şehrin manzarasının
Sessizce oturun yan yana ve boşluğa bakarak
Ya da denize
Hiç düşünmüyorsanız bu sessizliğin tuhaf olabileceğini
Ve sadece yanındaki yanında diye sessizce gülümseyebiliyorsan
Gülümse,
Yeter.

Elini de tutmak istersin bazen bu arkadaşın,
Sırf arkadaş diye, sırf gülümsüyorsun diye,
Sırf hayatının bir yerlerinde var ve o an yanında duruyor diye,
Elini tutmak istersin
Boyu posu, yaşı, aklı, cinsiyeti de fark etmez
İster 7 olsun ister 70,
Kadın olsun veya erkek,
Baban olsun veya 10 dakika önce tanıştığın küçük bir kız,
Birlikte sessizliğin tadını çıkarıyorsan
Ve mümkünse karşınızda yıldızlar da varsa
Başka hiçbir şeye ve hiç kimseye gerek yok.

Elini tutamıyorsan da sözlerinle tut onu veya bakışlarınla
Birbirinize bakıp gülümseyin
Ve etrafınızda ve dünyada başka ne varsa
Silinip gitsin.



Ben galiba insanlara aşığım.

25.03.13

28 Şubat 2013 Perşembe

Kibrit Çöpü

İnsan dediğin basit bir kibrit çöpünün bir yerlerindedir aslında.
Ya yanar gider
Ya da sıkışır kalır birilerinin iki parmağı arasında.

28 Ocak 2013 Pazartesi

öğleden sonra 2 birası - Charles Bukowski

hiçbir şeyin önemi yok
bir yatakta debelenmekten başka
ucuz hayaller ve bir birayla
yapraklar ölürken ve atlar ölürken
ve ev sahibeleri koridorlarda dikmiş gözlerini bakarken;
canlıdır müziği çekilmiş perdelerin,
sinek sürüleri
ve patlamalar sonsuzunda
son insan'ın mağarası;
hiçbir şeyin önemi yok sızdıran lavabodan başka,
boş şişeden,
keyiften,
kıstırılmış
bıçaklanmış ve traş edilmiş gençlikten başka,
kendisine sözcükler öğretilip
ölsün diye
arkası yastıkla desteklenmiş
gençlikten başka.
Charles Bukowski

"suda yan ateşte boğul" kitabından

2 Ocak 2013 Çarşamba

Adamlar Adamlar: House, Jane, Ari Gold ve Harvey

Bazı dizileri izlemek için sebebiniz çok barizdir. Eğer bu aşağıdaki adamlar dizinin içindeyse, diziyi izleme sebebinizin o adam olacağının barizliği gibi.

House

Bir insan hem muhteşem olup hem acınası olabilirmiş. Dünyadaki en ulvi amaçlardan birini gerçekleştirirken, tamamen amaçsız bir hayat yaşayabilirmiş bir insan. Arkadaşları umrunda değil, hastaları umrunda değil, sağlığı umrunda değil, işi umrunda değil, aşık olduğu kadın umrunda değil, ölmek umrunda değil. Tamamen amaçsız bir hayat yaşıyor House; dizi de onun bu süreçte ara sıra hayata dönmek için yakaladığı kıvılcımlarla kendine çekiyor bizi. Arkadaşını umursar gibi oluyor arada, ama sonra yeniden kaybediyor hayatının anlamını. Hastaları arada bir ilginç oluyor onun için, yaşamasının iyi olacağına inanıyor onların, ama sadece o kadar. Aşık olduğu kadınla neredeyse mutlu bile olacakken, alışageldiği umursamazlıkla yine mahvediyor her şeyi ve yine kapanıyor içine.

“İnsan ne kadar zeki olursa, hayatı ne kadar algılarsa o kadar mutsuz olur.” görüşünün muhteşem bir portresi House. Onun mutsuzluğundan keyif almıyoruz tabii ki izlerken, ama sessiz bakışlarından sürekli çözmeye çalışıyoruz onu. Hayatı neden sevmediğini çözmeye çalışıyoruz; ne yaşamış olabilir, ne düşünüyor olabilir de bu kadar içine kapanık ve mutsuz diye düşünüyoruz. Gözlerinden House’un düşüncelerini okumaya çalışıyoruz ve bu durum onu aşırı derecede saygı duyulacak bir adam yapıyor.

Gözlerine bakıp ne düşündüğünü algılamaya çalıştığım adamları oldum olası sevmişimdir.

House’tan ne öğrendim?
- İnsanlar yalan söyler.
- Hayat o kadar da büyütülecek bir şey değil, çoğu zaman.
- Bir dahi olmak her istediğini yapamayacağın anlamına gelmiyor.


Jane

Kendisi belli etmeyi pek sevmiyor ama, Jane’in beni en çok etkileyen yanı naifliği sanırım. Her an sizi manipüle edebilecekmiş, istediğini hissettirebilecekmiş ve ağlatabilecekmiş gibi görünür; ama onu tanıyanlar bilir ki, dokunsan ağlayacak bir adamdır Jane.

İnsanları algılamakla geçiriyor ya zamanını, ve bu işte hayli de iyi, bu bayağı önemli bence. Dizi de Jane’in duygusal zekası üzerine kurulu zaten ve Jane’in bu duygusal zekası izleyen herkesi kendisine bağlamayı başarıyor. Biz nasıl onu izleyip algılamaya çalışıyorsak, o da bu arada bize bunu nasıl yapacağımızı öğretmekle, diğer insanları izleyip algılamaya çalışmakla uğraşıyor.

5. sezondaki bir bölümün de göstediği üzere Monk’un ilacı nasıl Trudy ise, Jane’in ilacı da Lisbon oluyor dizi boyunca. Umarım ki, çok içten bir şekilde umarım ki, Lisbon ve Jane birlikte olsun. Eğer Jane’i mutlu edecek şey buysa, ki öyle görünüyor, bir an önce mutlu görelim onu.

Jane’den ne öğrendim?

- İnsanları izlemek çok önemli. Bakışları, tepkileri, konuşmaları veya susmaları, her şeyin bir anlamı var.
- İnsanlar tahmin edilebilir varlıklar.
- İnsanlara doğru şekilde yaklaşır, doğru soruları sorarsan her zaman istediğin sonucu/yanıtı alırsın.


Ari Gold

Bu adam işini o kadar seviyor ki, hayatını eline yüzüne bulaştırmayı çok kolay başarıyor. Karısına, oğluna, kızına vakti yok; çünkü müşterileri, ajansı, ortakları ve asistanı her şeyden önce geliyor onun için. İnsanları önemsemiyor görünüp aslında aşırı derecede önemseyen adam gibi adamlardan biri daha.

İş yönetimi, organizasyonel zeka, sosyal zeka, ne derseniz deyin, bu adam işte onda bir numara. Elinde Blackberry’si ve sürekli çalışan kafasıyla, “Llooooooooooyd” diye bağırışıyla ve eline paintball tabancasını alıp ofis basmasıyla herhangi bir insanın Entourage’a bağlanması için tek sebep Ari Gold.

İnsanlara sürekli ettiği hakaretleri göz önüne almazsak, tam da Ari gibi bir patron olmak isteyebilirim. Kendini işine ölesiye kaptıran, süreçleri çok iyi kontrol altında tutan ve insanları istediği gibi yönetebilen biri. Ve fazla belli etmese de, insanları sevebilen ve sevdiklerini önemseyen biri.

Ari Gold’dan ne öğrendim?

- Bir işin başındaysan, o işin başında olacaksın. Sürecin her aşaması, detayı bilgin dahillinde olacak; süreçteki insanların tamamıyla iletişim halinde olarak onları doğru şekilde yönlendireceksin.
- İstediğin her şeyi aynı anda yapamazsın.
- Ne yaptığını biliyorsan çalışmak bayağı eğlenceli bir şey.


Harvey

Harvey çok değişik bir adam bence. Bazen tamamiyle ulaşılmaz, bazense size sizden daha yakın. Karşısındakini aşırı derecede önemsiyor, ama gerektiğinde hiç mi hiç önemsemiyormuş gibi görünebiliyor. İnsanları yanına kolay kolay yaklaştırmıyor, ama yaklaştırdı mı da kendini rahat rahat açıyor o insanlara. Sadakatine de değinmek lazım sanırım Harvey’in, bu sevdiği ve kendini açabildiği insanlar için kendini ateşe atabilecek bir adam çünkü.

Ara sıra etrafına, daha çok “sevdikleri” dışındakilere gösterdiği çirkeflik ve bencillik, Harvey’in pırlanta gibi karakterinin nazar boncuğu olsa gerek. Hatta bu özelliği onu daha iyi yapıyor, kendine güvenini korumasını ve her zaman kazanmasını sağlıyor çünkü. Saygı görmesini sağlıyor.

Evrendeki en “düzgün” insanlardan biri olabilir Harvey ve bu kadar düzgün olmasına rağmen yine de ilginç bir adam olmayı başarabiliyor. Hem de çok ilginç.

Sosyal zekasından ve iş bitiriciliğinden bahsetmiyorum zaten artık, buradaki adamların ortak özelliğinin o olduğu az çok aşikar zaten.

Harvey’den ne öğrendim?

- Sevdiklerinin başı derde girdiğinde onlar için savaşmalısın, çünkü hem kendini hem de onları kurtarabilecek kapasiteye sahipsin.
- Kazanmak için rakibini çok iyi tanımalısın.
- Güzel insanlar kolay bulunan şeyler değil, o yüzden onları bir kere buldun mu bir daha bırakmayacaksın.



Bu listeye yakın zamanda, dizi kültürümü de geliştirerek Don Draper, Tony Soprano ve daha nicelerini eklemek isterim. Littlefinger, Tyrion Lannister ve Ben Linus ile ilgili çalışmalarım da sürecek.