6 Ağustos 2012 Pazartesi

Bir Zamanlar Anadolu'da (2011)

Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da”sı şu anda içinde bulunduğumuz gerçeklikten bile daha gerçek, daha içimizden.


Aslında yazıma “Bugün size bir başyapıttan bahsedeceğim.” diye girmeyi dilerdim, ama daha önce başka bir Nuri Bilge Ceylan filmi izlemediğimi belirtmek durumundayım. Dolayısıyla yazım boyunca “Bir Zamanlar Anadolu’da”yı diğer NBC filmleriyle karşılaştırma fırsatı bulamayacağım. Öte yandan BZA’nın hiçbir zaman yeteri kadar engin olamayacak sinema kültürüme yepyeni bir boyut kazandırdığını ve bana bildiğim “film” kavramını unutturduğunu söylemem yanlış olmaz.

Sanki yıllarca insanları gözlemlemekten başka hiçbir şey yapmamış Nuri Bilge Ceylan, yalnız oradan oraya dolaşıp insanların dertlerini dinlemiş, bakışlarını incelemiş, salt zevk almak için hayatın ayrıntılarını ortaya dökmeye koyulmuş. Ya durum böyle, ya da Yılmaz Erdoğan gerçekten bir komiser, Muhammet Uzuner gerçekten taşrada çalışan bir doktor, Taner Birsel gerçekten muazzam bir hikayeyi soğukkanlılığını bozmadan gözleriyle anlatan bir savcı ve kendileri bugüne kadar televizyonda, tiyatrolarda ve sinemalarda karşımıza çıkarak bizi kandırmakla meşguldüler.

“Filmimizde olay örgüsü önemli değil.” dememin filmi henüz izlememiş olanları ürküteceğini bildiğimden filmin konusuna değineyim biraz. “Katil kim?” sorusunun cevabını başından veren bir polisiye filmi diyebiliriz BZA’ya. Film boyunca bir komiser (Yılmaz Erdoğan), bir doktor (Muhammet Uzuner), bir savcı (Taner Birsel), şoför (Ahmet Mümtaz Taylan) ve katilimiz (Fırat Tanış) önderliğinde geniş bir ekibin maktulün cesedini aramasını izliyor ve bu sırada karakterlerimizin iç dünyalarını çaresizce anlamaya çalışıyoruz. Hatta karakterlerin iç dünyalarını anlamaya o kadar odaklanıyoruz ki, ben film sırasında birkaç kez kendimi diyalogları dinlemeyi bırakmış karakterin gözlerinden bir hikâye çıkarmaya çalışırken buldum. Nuri Bilge Ceylan da bunu sağlamaya çalışmış olacak ki, karakterlerin iç dünyası hakkında olay örgüsü dahilinde verdikleri yok denecek kadar az. Kesinlikle söyleyebilirim ki, şimdiye kadar okuduğum hiçbir kitapta, izlediğim hiçbir dizi veya filmde gözlemci bakış açısının bu denli iyi kullanıldığını görmemiştim. Her eserde bir havada kalmışlık vardı, sürekli bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordum, o dünyada olanlar bizim dünyamızda olamazdı. Oysa Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da”sı şu anda içinde bulunduğumuz gerçeklikten bile daha gerçek, daha içimizden.


Filmde oyuncuların performansı gerçekten göz dolduruyor. Zaten hepsinin hayatından yeni bir film çıkabilirmiş gibi lanse edilen karakterler, oyuncuların başarısıyla daha da derinlik kazanmış. Oyuncuların tamamı karakterinin yaşı kadar onunla yaşamış gibi ve buna muhtarın 20 yaşındaki kızından 60 yaşındaki kendisine kadar herkes dahil. Belirtmeden geçmek olmaz, Ercan Kesal da muhtar rolüyle ayakta alkışlanmayı hak edecek bir performans sergilemiş.

Karakter-tip farkını da farkında olmadan göz önüne getiriyor BZA. Mesela Murat Kılıç’a da ekranda bolca rastlıyoruz ama oynadığı kişi hiç de ön plana çıkmıyor, çünkü ön plana çıkanların hepsi söyleyecek bir sözü olan, yaşadıklarını bilmeseniz bile bir şeyler yaşadığı gözlerinden anlaşılan karakterler. Hayatla bir alıp veremediği olmayanlar tip olarak kalmaya mahkumdur diye düşünmeden edemiyor insan bu durumda.

Bir Zamanlar Anadolu’da görsel anlamda da çok kaliteli bir yapıt. Nuri Bilge Ceylan’ın yakaladığı kareler, kullandığı açılar ve ifade edemeyeceğim daha bir çok sinema terimi izleyene filmdeki görüntülerin hiçbir şekilde daha iyi olamayacağını düşündürüyor. BZA salt usta yönetmenin yakaladığı karelere hayran kalmak için bile izlenir.

Nuri Bilge Ceylan filmin olağanüstü seviyedeki olağanlığından hiçbir şekilde ödün vermezken, yer yer aslında hayatımızda var olan ama bu şekilde göz önüne getirildiğinde çok garipsediğimiz bazı gerçekleri de ortaya döküyor. Mesela bir otopsi sahnesi var ki, “Dünya gerçekten de böyle bir yer, insanlar gerçekten de bu kadar kendi dünyalarında.” fikrini eminim her izleyicinin aklına sokmayı başarıyor.

Bir Zamanlar Anadolu’da herhangi bir film değil, hayatın kendisi, kendimiz dışındaki insanları birebir gözlemleme fırsatı, ama kendimiz de aynı zamanda. Nuri Bilge Ceylan’ın yaratıcılığıyla tanışmadan “Film izliyorum ben.” demem çok yanlışmış, bunu öğretti bana Bir Zamanlar Anadolu’da.

140 dakikanın bir filme az gelebileceğini hiç düşünmezdim, gelebiliyormuş demek ki.


Filmi izlemiş olanlara:

Google’a Clarke Gable yazdım, gerçekten de Taner Birsel benziyormuş ona. Filmin gülümseten sahnelerindendi… :)

Burası da spoiler’lı son:

İzlemiş olanlarla filmin sonunu seve seve tartışabiliriz, zira Nolan’ın Memento‘sundaki boyutta bir dumurla karşı karşıya kaldım ben film bittiğinde. Doktorun Kenan’ı kayırmaktaki amacı neydi? Doktorla maktulün karısı arasındaki bakışmalara bir anlam yüklemeli miyiz? Yönetmen Semir Aslanyürek konuyla ilgili “Burada bir cinayet varsa herkes katildir ve herkesin bu cinayette parmağı vardır ve maktul olan içinde yaşadığımız bu ülkedir.” gibi bir çıkarım yapmış, iyi de yapmış.

1 yorum:

  1. ortada bir katil var ama oradaki "masum" ve "adalet timsali" herkes aslında o katil kadar suçlu, yeri geldiğinde savcı da, doktor da insanlıktan çıkıyor.

    YanıtlaSil